Yazı Serisi 1
“Yüce Tanrı,devlet güneşini Türk burçlarında doğurdu.
Dönenceleri onların ülkeleri çevresinde döndürdü.
Bundan dolayı onları Türk diye adlandırdı”
Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügatit Türk
MALAZGİRT ZAFERİNDEN ÖNCE DE BURADAYDIK
Abdulkadir OĞUZSOYLU
Dünyada ilk insan kalıntılarına, tarihe konu teşkil eden büyük medeniyetlere,tarihin ilk şehir devletlerine Anadoluda rastlanılması tesadüf değildir.Bizans dilinde doğu eyaleti,doğu toprakları manasına gelen Anatolia,Türkçeleşerek Anadolu adını almıştır.
Rahmetli Servet Somuncuoğlunun da dediği gibi; Malazgirt zaferi Anadoluya ilk gelişimiz değil, son yerleşişimizdir.Binlerce yıla uzanan Anadolu Türk Tarihini esas hatlarıyla dört safhaya ayırabiliriz.Bu safhaların ilki Öntürklerin Anadolu tarihi, ikincisi kavimler göçüne sebep olan Orta Asyadan batıya doğru yapılan göçlerle Anadoluya gelen Türkler,üçüncüsü Emevi ve Abbasiler döneminde Anadolu’ya gelen Türkler ve son olarak da 1018 yılında Çağrı Beyin başlattığı keşif hareketlerinden sonra aralıksız süren Türkiye Türklüğüdür. Bu dönemleri daha da daraltarak çoğaltmak mümkündür.Günümüzden geçmişe doğru gittikçe sahip olduğumuz bilgiler nispeten azalmaktadır.Haliyle en az bilgiye sahip olduğumuz, dolayısıyle de en az gündeme gelen,eğitim öğretim kurumlarında en az işlenen devir olan Öntürkler dönemidir.Biz burada daha fazla derinlerde bırakılarak unutulsun istemediğimiz Öntürk devri Anadolu Türk tarihine kısaca değineceğiz.
Atı terbiye eden,demiri yoğuran,göçebe olmakla beraber kendine mahsus yurdu,aile ve cemiyet yapısı,teşkilatı,hakanı,töresi bulunan ve “tek Tanrıya” inanan Türk Milleti çok eski ve köklü bir medeniyetin sahibidir.O tarihlerden başlayarak, İslam dinine büyük bir aşkla katılana kadar Türk, yüzyıllar boyunca “Tanrı istediği için “ cihana hükmetmek için savaşmıştır.[1]
MİLLİ TARİH ŞUURU
Türk eğitim sisteminin 1947’e kadar İngilizlere, 1947 sonrası Fulbright anlaşması ile Amerika’ya teslim edilmesi neticesinde ilk işaretini 10 Kasım 1938’de başta Atatürk’ün daha naaşı defnedilmeden, fotoğraflarının resmi dairelerden kaldırılması, akabinde Türk parasından çıkarılması,Atatürk’ün kamu kurumlarına ve özel teşebbüs tesislerine işaret olarak belirlediği “ bozkurt” figürünün kaldırılması,Kahramanmaraş’ta Atatürk’ün emri ile dikilen bayrak tutan bozkurt heykelinin kaldırılması, müfredattan Türk tarih tezinin çıkarılarak tarihin tozlu raflarına kaldırılması görünen köye gitmek için kılavuza ihtiyaç olmayacağının ilk işaretleriydi.
Batılılar çizdikleri yol haritasında göçebe-çoban Türklerin Anadoluya ilk geliş başlangıcını Malazgirt zaferi olarak belletmeye çalıştılar.Sultan Alparslan’ın milletimizin gönlündeki yeri, kutsiyeti, bu tarihin tartışılmasının önüne set çekmişti adeta. Oysaki batının Sultan Alparslan’ı görünürde ön plana çıkarıp, tarihçilerimiz tarafından yüceltmesine ses çıkarmamasındaki asıl gaye, bu kabullenmenin batının da ekmeğine yağ sürmesinden ileri geliyordu. Batılı eğitim sisteminin uygulamaya koyduğu plan,1815 Viyana kongresiyle son şekli verilen Şark Meselesinin görünmeyen mayınlı arazilerinden biriydi.Şark meselesinin gayesi hiçbir kültürel birikimi olmadığı iddia edilen ve göçebe olarak addedilen çoban Türklerin, geldikleri Asya bozkırlarına geri gönderilmesine dayanıyordu.
Şark Meselesinde İslamın müdafii vazifesini Türkler deruhte etmiştir.Denilebilir ki, 3. asırdan başlamak üzere şark meselesi bir Türk-Hristiyan mücadelesidir.Gerçekten Bizans aleyhine harbe giren İslam ordularının kumandan ve efradının ekserisi Türk cengaverleriydi.[2]
Batı’nın bu uygulamasının, dayatmasının kabul edilmesi ile bizim için kutsal bir değer olan Malazgirt zaferi ve Sultan Alparslan tartışılmayacak ve böylece hiç fark ettirilmeden batının tezi kabul ettirilmiş olacaktı. Batılılar için bir sonraki hamle ise Anadolu’ya 1071’de geldiğini kabul eden Türklerin, kendilerinden önce bu topraklarda Helen, Ermeni,Süryani,Aryan kavimlerinin ev sahibi olduğunu kabul ettirmek olacaktı.
Batının dayatmaya çalıştığı eğitim ve tarih tezine Türkiye’de uzun bir süre geniş çaplı itiraz gelmedi.Muhalif ses Zeki Velidi Togan,H.Nihal Atsız,Reha Oğuz Türkkan,Osman Yüksel Serdengeçti,Nejdet Sancar gibi aydınların yüksek makamın alçak vekilleri tarafından tabutluklarda işkence görmelerine dek kısılmaya çalışılmıştı ancak 3 Mayıs 1944’te başlayan mahkemeler Milli Tarih,Milli Düşünce ve Milli Edebiyatın vatan sathında hasret kalınmış bir vuslat özlemiyle kabullenilmesine vesile oldu.
Atatürk’ün vefatından sonra başlayan Türklerin Anadoluya ilk kez 1071’de geldiği tezine,kendisinden sonra olacakları fark eden Atatürk sağlığında Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunu kurarak tedbir almaya çalışmıştı. Atatürk’ün şüpheli vefatıyla, batının yerli işbirlikçilerine de gün doğmuştu. Atatürk’ün vefatına sebep gösterilen sirozu Mehmet Âkif’in sirozuyla aynı şiddetliydi, Atatürk’ün vefatı alkole bağlı değildi.Bu konuda Ali Kuzu,Yusuf Ziya Koca ve Ogün Deli başta olmak üzere çok sayıda araştırmacı geniş zamana yayılı bir şekilde Atatürkün nasıl zehirlendiğini ve batının önündeki en büyük engeli sürüye sızmış yerli işbirlikçilerinin desteğiyle nasıl bertaraf ettiğini bilmemiz gerekiyor.
Atatürk bugünleri görmemesine rağmen, sanki Altaylardan Balkanlara kadar uzanan Türk runik yazıtlarını okumuş, taşlardaki izleri incelemiş ve Anadolu’nun yerli halklarının Türk ve akraba topluluklardan teşkil olduğunu ispatlayan kazı sonuçlarını görmüş gibi ileri görüşlülüğü ile batılıların kendisinden sonra dayatmaya çalışacakları tarih tezine karşı sağlığında gerekli tedbiri almış,Türk ilim adamlarınca başlatılan kazı çalışmalarına kendi hususi bütçesinden kaynak aktarmıştır.
Türkiye’de ilk demiryolu hatlarının inşaası ihaleleri hususi olarak demiryolu ve inşaat sahası çevresinde kontrolün inşaat süresince mütahit firmalara verilmesinin hikmetini belki de devletlülerimiz denge politikasının gereği olarak, bilerek göz yumuş olabilirler.1860’lardan itibaren demiryolları inşaası ile verilen imtiyazlarla İzmir Bergama, Çanakkale Troy, Aydın Magnesia,Milet,Tralles, İzmir Efes,Simiryna ve benzeri pek çok tarihi yerleşimde çıkarılan, kimilerine göre taş toprak, kimilerine göre bu vatanın tapu senetleri ecnebi memleketlere nakledildi.Buradan kaçırılan eserler bugün avrupanın pekçok müzesinde batılıların sözümona yaldızlı tarihinin birer parçası olarak sergileniyor.
Batılı üniversitelerden gelen ve batılı ülkeler tarafından maddi olarak desteklenen kazılarda Türklerin bu toprakların ilk sakinleri olduğunu ispatlayan deliller bulunduğunda,sonuçların
dünyaya duyurulmasını beklemek fazla iyi niyetlilik olur.Sümer ve Frig tabletleri ilk bulunduğunda okunmasına rağmen yazıların Türkçe olduğu ortaya çıkınca yıllarca bu tabletler “bilinmeyen bir dilde yazılı” olarak açıklanmıştı.Oysa batılı araştırmacılar gittikten sonra aynı kazı alanlarında Türk bilim adamlarının yaptığı araştırmalarda Türklerin Anadolu’da 1071’den yaklaşık 2000 yıl evvel yaşadığını ispatlayan deliller bulunmuştur. Yabancı fonların desteklediği kazılarda bulunan eserler, kitabeler gizlenmiş, okunamadığı ifade edilmiştir örneğin Yazılıkaya Anıtı keşfinin üzerinden geçen onca yıla rağmen batılıların 60,70 yılda okuyamadığı kitabeleri Türk araştırmacı Kazım Mirşan Türkçe olarak okumuştur.
Prof. Halil İnalcık, batının İstanbul’un Fethini asla unutamadığını söyler, sadece İstanbul’u mu? Malazgirt’i de unutmamış, Çanakkale’yi de, diğerlerini de; unutkan olan bizleriz.
Başımıza gelen birçok olayın altında onların bu karın ağrısı vardır, hazmedemeyişleri vardır.[3]
Doç.Dr.Osman Çataloluk’un Türk’ün Genetik Tarihi adlı eserinde çarpıcı ifadeler yer alır: Dünyada Türk’ün kan vermediği hiçbir kabile ve devlet yoktur, atalarımız gittikleri yerlerdeki ilkel toplulukları mağaralardan çıkarıp onlara insanlığı öğrettiler. Bir nevi kültür aşısı yapılıp birlikte yaşamaya başladılar .MÖ 12.000-MÖ 1000 yılları arasında bütün Avrupa’ya hakim olan kültür erken Türk kültürü, dil de Türk dili idi.[4]
Günümüzde,”Baltık denizinden Mançurya bozkırlarına, Sibirya’dan Hindistan’a yaklaşık 11.000.000 km²’yi bulan bir alanda 300 milyonun üzerinde Türk kökenli 40’tan fazla topluluk yaşamaktadır.”[5] Orta Asya; Altay Sayan Dağlarının kuzeyi ilk Türklerin yaşadığı bölgedir. MÖ 1700’lerden itibaren bulundukları bölgenin dışına çıkarak adım adım dünyaya yayılmaya başladılar.
Türk milleti,Türk devleti,zaman ve mekan içinde bölünmez bir bütün ve sürekli bir akış ifade eder.Değişik zamanlar ve mekanlarda farklı isimler alınmış olsada tarihte bir tek Türk Milleti ve bir tek Türk devleti şuuru vardır.Hunlar,Göktürkler,Kutluklar,Selçuklular,Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti, birbiriyle irtibatsız devletler olmayıp,Türk milletinin ve devletinin tarih içindeki safhalarını temsil ederler.Bunlar birtek devletin ve milletin birbirini tamamlayan dönemleridir.[6]Atsız Hocanın tabiriyle hanedanlar değişse de Türk devleti bakidir.
Oldukça arızalı topografik bir yapıya sahip olan Anadolu’da ilk yerleşme yerleri günümüzden 10.000 yıl kadar öncesine uzanmakla birlikte yarımada üzerindeki kent olarak nitelenebilecek ilk iskan alanları MÖ 3.bin yılın sonları ve 2.bin yılın başlarında belirmeye başlar.[7] Çatalhöyükte MÖ 7000’lere ulaşan iskan, bakır çağından eski Hitit devrine kadar sürekli olarak iskan olduğunu gösteriyor.[8]
MÖ 3500’lerde Mezopotamya’ya gelen Sümerlerin, Anadolunun eski kavimlerinden birleşerek ortaya çıkan Huriler ve onların devamı olarak kabul edilen Urartuların, güney Rusya’da büyük bir imparatorluk kuran İskitlerin, İtalya’da Roma medeniyetinin temelini atan Etrüsklerin, en eski Türk kavimlerinin önde gelenleri arasında yer aldıkları bugün artık bilinmektedir.Nitekim bu kavimlerden kalan yazılı belgeler üzerinde yapılan filolojik tetkikler adı geçen kavimlerin dillerinin Türkçe ile akraba olduğunu ortaya koymuştur.[9]
Tarihin tamamıyla muayyen olmayan zamanlarında Türkler daha iki defa aşağı Asya’yı, İran’ı istila ederek Anadoluya kadar gelmiş, orada yurt tutmuşlardır.[10] Bu yolculuğun hatırası olarak Sümer ve Part (Arkaşlar) dönemine ait medeniyet izleri tabletlerde,taşlarda ve kitabelerde yaşamaya devam etmektedir. Ekrem Akurgal’ın deyişiyle Anadoluya gelen bütün topluluklar yarımada potasında erimiş ve onun sonunda bugünkü Türkiye ortaya çıkmıştır.Eski çağda dünyanın en önemli doğal ve tarihi yollarının kavşak noktasında bulunan Anadolu birbirinden sıradağlarla soyutlanmış pekçok birim içeren, farklı coğrafi özellikleri ile dikkat çekmektedir.[11]
[1] S.Ahmet Arvasi,Türk İslam Ülküsü,Bilgeoğuz Yay,Cilt 1,syf 309,
[2] Raif Karadağ,Şark Meselesi,Turan Yay,syf 31
[3] Cemal Kurnaz,Türk Olmak,Post yay,2020,syf 20,
[4] Osman Çataloluk,Türkün Genetik Tarihi,Togan Yay,2012,syf 25
[5] Bahattin Ayhan,Tarih Türklerde Başlar, Kamer Yayınları,syf 9
[6] S.Ahmet Arvasi,Türk İslam Ülküsü Cilt 1,Bilgeoğuz Yay,Syf 340
[7] Veli Sevin,Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası,TTK, 2016, syf,1
[8] Tuncer Baykara,Türkiye Selçukluları devrinde Konya, Konya Kültür Müdürlüğü,1988,syf 7
[9] Ekrem Memiş,Eskiçağda Türkler, Çizgi Yayınları, syf 43
[10] Hilmi ziya Ülken, Anadolu Kültürü Üzerine Notlar, Doğu Batı Yayınları, sayfa 31
[11] Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası,TTK,2019, syf 7