ANADOLU TÜRKLÜĞÜNÜN İLK BELGESİ

Yazı Serisi 2

ANADOLU TÜRKLÜĞÜNÜN İLK BELGESİ

Abdülkadir OĞUZSOYLU

Türklerin Anadolu’daki varlığı ile ilgili en eski yazılı kaynak MÖ 2250’de Akad Kralı Naram Sin tarafından yazdırılan Şartamhari metinleri olarak anılan çivi yazılı tabletlerdir.Türk adının geçtiği en eski kaynak olan bu tabletin 15. satırında bahsedilen Doğu Anadolu’da “Türki krallığı” en eski Türk krallığıdır.[1]

 

Çin kaynaklarında Türkçe adındaki bir dilin bahsi ilk defa MÖ 1766’da geçer.Bu Şia hanedanı devrinde rast gelinmiş Çince Tujue, Orta Asya dillerinde Turuk-Türük   adını taşıyan bir halkın dilidir. Türük o kavmin gerçek adı olmayıp şanlı şerefli asil anlamına gelen bir şandır, ünvandır.Zamanla özellikle MS 300’lerin başından itibaren Çinliler onları Hsiungu-komşularıysa Türük diye anar olmuşlardır.Nitekim bugün batıya intikal etmek suretiyle Orta Doğu Avrupa’ya yerleşmiş Macar dilinde Türük’e dönüşerek Türk anlamına gelmiştir.[2]

 

Osman Karatay’a göre Türkler Altaylar’a gelmeden önce Hazar ve Aral Gölü’nün kuzeyinde yaşıyorlardı.Ergenekondan çıkış da burada gerçekleşti ve Altayların engin dağlarının ardına korunmak için göçtüler, yani göç doğudan batıya değil batıdan doğuya doğru oldu.Bu tarih yaklaşık olarak MS 100 yılı civarında oldu.[3]

Eski Türkçenin kelimelerine bakarak Türk türeneğini bir taraftan yeterince soğuk, bir taraftan yeterince sulak ve bir taraftan da tarım yapılabilir bir sahaya yerleştirmek Asya şartlarında aslında işi kolaylaştırmaktadır.Dil verisine göre elimizde yerleşik hayatı iyi bilen,soğuk,sulak ve ormanın bol olduğu bir yerde yaşayan ,tarımı bilen, toprağı kerpiç veya tuğla şeklinde duvar örmede de kullanan bir toplum var.Bu şartları hep birlikte sağlayan yer çok azdır.Güney Ural sahası bunun için biçilmiş kaftandır.[4]

 

Yaşlı Plinius,Pomponius Mela ve onlardan 500 yıl önce yaşamış Heredots Karadeniz çevresinde yaşayan Amazon,Sarmat,İskit,Messeget Dardari gibi Türk boylarından bahsetmektedir. MÖ 5. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinde Türklerin yaşadığı sabittir.Ksenephon’un “Onbinlerin Dönüşü” adlı eserinde ise İran seferinden dönen ordunun Karadenizin Anadolu kıyılarından Yunanistana doğru geri dönüşünce yaşadıkları sıkıntıları anlatırken,Karadeniz sahilinde  yaşayan ve Yunanca olmayan diller konuşan kavimlerden bahsetmektedir.Son yıllarda yapılan araştırmalar bunların en azından bir kısmının Turanî kavimler olduğunu ortaya koymaktadır. yapılan araştırmalarda ve dil incelemelerinde MÖ 2000’li yıllardan itibaren bölgede yaşayan kavimlerden bazılarının Türk olduğu söylenebilir. Bunları, Gaşkalar, İskitler, Kimmerler, Amazonlar, Driller, Hunlar, Kumanlar, Peçenekler, Akhunlar, Sabirler, Hazarlar, Bulgar Türkleri ve Oğuz Türkleri olarak sıralamak mümkündür.[5]

 

Osman Karatay’a göre Mezopotamya’da Sami tazyiki neticesinde Sümerlerin doğuya yani (Orta Asya) Türkistana göçmüş olabileceklerini söylüyor. Sümer tabletlerinde kendilerine Kenger diyen bu halk ortaçağ boyunca Kangar olarak kaydedilmiş ve Selçukluda Kengerlü adıyla Türkmen kitlelerine karışmış olan topluluğun Nahçıvan Türklerinin temelini oluşturduklarını düşünebiliriz.[6]

 

Türkler tarih boyunca pek çok şeyden vazgeçmek zorunda kalmışlar ama bağımsızlıklarınından asla vazgeçmemişlerdir. Siyasi olarak varlıklarını sürdüremeyecek olduklarını anladıklarında göç etmeyi tercih etmişlerdir ama boyunduruk altına girmeyi asla kabul etmemişlerdir. Türklerin bu göçlerinin etkisi ile pek çok yerde izlerini görmek mümkündür.[7] Türkler adının Türkiyeden almamış, Türkiye adını Türklerden almıştır.

 

Selçuklular Anadolu’yu açmakla göçebelerin birbirlerini püskürtmeleri ve nüfus baskısı ile yetersiz ve muztar kalan Oğuz kavminin en büyük kısmına yurt buluyor veya devlet ile Türkmenler bu muazzam işi birlikte başarıyorlardı. Bu Türkleşme Bizans’a karşı İslâmiyeti emniyete almakla kalmamış, onun müstakbel kuvveti burada doğmuş ve yeni ufuklar da bu ülkede açılmıştır.[8]

 

Tüm ipuçları bize İdil nehrinden doğuya doğru gidildiğinde hem orman hem de bozkırı içeren bölgede şimdiki anladığımız kimliğiyle Türklüğün oluştuğunu göstermekte.[9] Türklerin ve Macarların aynı bölgede orta İdil’in doğusundaki sahada türediklerine ve  ortak atalarının da oradan Mezopotamyaya gelip gittiklerine dair emareler buluyoruz. Bunlar 350 yılında İdil‘den Kuzey Kafkasya‘ya uzanan Alan ülkesini işgal ettiler. Daha sonra Derbent üzerinden inerek Anadoluya ve Azerbaycan’a 359 ve 373’te iki defa akın yaptılar. Urfa Pisikoposu Efrahimin nakline göre onlar Yecüc ve Mecüc süvarileri dirler.[10]

 

Muazzez İlmiye Çığ, Karlı Dağlar belgeselini, Taştaki Türkler belgesini yapan rahmetli Servet Somuncuoğlu’nun kendisine Moğolistan’da Sümer Dağını gördüğünü söylediğini;Sümer dağının anlamının Moğolcada “uludağ” anlamına geldiğini, Moğol  efsanesine göre  Sümer dağının Tufandan etkilenmediğini Türksoy dergisi yazarı Timur Devletov’un kendisine bildirdiğini kitabında ifade ediyor.[11]

l

Ahmetcan Asena’nın J.M.De Groot’un  Hunlar ve Türkistan adlı kitabından yola çıkarak bulduğu, “Çin kroniklerinde geçen ve MÖ 2000’li yıllarda da bu bölgede bulunduklarından bahsedilen Orta Batı Asya’da mukim Kang-ki topluluğu ile kendilerine “Kengerli” diyen bu halkın” arasında  bağ olduğu açıktır.[12]

 

1253-1255 yıllarında Wilheim von Rubruk’un yazdığı Moğolların Büyük Hanına Seyahat adlı eserinde de Hazar Denizinin kuzeyinde, İdil Nehri boyunca Sümerkent adlı bir şehir olduğu bilgisi yer almaktadır.Yine Hazar’ın doğusunda yer alan Özbekistan’ın kadim şehri Semerkand da Sümerkendi çağrıştırmaktadır.Bu isimler Mezopotamya’da kurulan ve Anadolu’nun doğusunda yaşayan, Veli Sevim’in dünyaya ilan ettiği Hakkari şehrinde de kalıntıları bulunan Sümerlerle; Türklerin kadim yurdu İdil boyları arasında bir irtibat olduğu delillerinden sadece birkaçıdır.Dilimizde meyve adı olarak,karaciğer rahatsızlığına şifa olan bir bitki olarak, soyismi,köy, Çankırı ilinin eski adı,Nahcivanda bir yerleşim yeri,Selçukluda bir sülale  adı olarak da Sümerlilerin kendilerini adlandırdıkları Kenger sözcüğü Türk coğrafyasında bugün yoğun olarak kullanılmaktadır.Bu kadar fazla benzerlik olması tesadüf olamaz.

 

 AKADEMİ TEKELCİ Mİ?

Türkiye’de bir kısım akademisyenler ilim araştırmalarının kendi tekellerinde olduğundan bahisle gönüllü ilmi araştırmacılara engel olmaya, onları küçük düşürmeye çalışıyorlar. Bu konuda Kazım Mirşan bazı akademisyenlerin kendisinin resmi bir ünvanı olmaması sebebiyle elde ettiği araştırma sonuçlarına itibar göstermeyip bildiri sunmasına da engel olmaya çalıştıklarını defaatle ifade etmiştir.Bu nevi hocalar samanlıkta iğne ararcasına gecesini gündüzüne katıp Türklüğe kalıcı eserler bırakan fedakar araştırmacıların şevkini kırmaları yetmezmiş gibi kendileri de iki satır araştırma neşredememekte, talebelerininin  özgün araştırmalarından araklama yaparak, varsa yoksa tedavülde bulunan kaynakları tekrar etmekten öteye geçememektedirler.

 

Kaynak konusunda bizzat yaşadığım bir hadiseyi size anlatmak isterim, eskiden TİKA genel müdürlüğü Ulus‘tayken ziyaret etmiş, araştırmalarım için yetkililerden kaynak kitap talep etmiştim. Binanın giriş katında yaklaşık 500-600 m² genişliğinde bir alanda on binlerce üçer ciltlik şeffaf ambalajlar içinde Saltukname kitabı vardı. Rahmetli babamın kadim dostu Musa Serdar Çelebi bey tarafından kurucusu olduğu UKİD adına Necati Demir hocaya hazırlattırılan Saltukname kitabı idi bunlar. O dönem üzerinde çalıştığım ve sonra kitap olarak yayınlanan Avrupada İslamiyetin yayılmasıyla ilgili olan Hilalin Garp Ucu adlı çalışmam için , benim için değerli olan bir büyüğümün emeği ile yayınlanan bu setten bir adet almak istedim, bana bunların hepsinin isme özel gönderileceğini,bana  veremeyeceklerini söylediler. İçerde kendi ifadeleriyle aynı kitaptan bir kamyondan fazla kitap vardı. Sonra o kitaplar ne mi oldu? Ülkenin bütün kelli felli milletvekili, genel müdür, bakanlık bürokratı, sendika yöneticisi oda başkanları vb kişilere ücretsiz dağıtıldı. Dağıtıldığı yerlerde pek çoğunun ambalajı bile açılmadan,adına gönderilen çoğu  kişinin dönüp de bakmadığı bu kitaplar önce dolaplarda bir süre tozlanmaya bırakıldı, daha sonra hurda kağıt olarak geri dönüşüme gönderildi.TBMM ve adını vermeyeceğim bir belediyede  bunun gibi hadiselerin bizzat şahit olmuştum. Basımı üstlenen kurumlar asıl ihtiyacı olan araştırmacıya cevap vermeyip,kitapları eline geçiren kişiler tarafından internet sitelerinde tefeci zihniyetiyle,fahiş fiyatlara satan tüccar kitapçılara araştırmacıları mecbur bırakıyorlar.Gerçek araştırmacıların bilgiye ulaşmak için ne zorluklar çektiğini, oysaki ihtiyacı olmayan pek çok kıymet bilmeze hak etmedikleri kitapların bahşedildiğini ve bunun bir Türkiye gerçeği olduğunu belirtmek istedim.Size birkaç örnek vermek istiyorum,rahmetli Servet Somuncuoğlunun Taştaki Türkler kitabı  şu an bahsettiğim tefeci sitelerde 4800 tl’den,Faruk Sümer’in Oğuzlar kitabı 1500 tl’den, Osman Çataloluğun Türkün Genetik Tarihi 345 tl,yukarıda bahsettiğim Saltıkname 750 tl’den satılıyor.Memleketimizin içinde bulunduğu şartlarda bağımsız araştırma yapmanın zorluğunu varın siz düşünün.

 

 

[1] Hulki Cevizoğlu ,Yeniçağ Gazetesi,13.4.2009

[2] Teoman Duralı, Omurgasızlaştırılan Türklük,Dergah Yayınları, 2021,syf 28

[3] Osman Karatay, Türklerin Kökeni,Kripto Yayınları, sayfa 155 vd

[4] age,syf 179

[5] Melek Öksüz,Kuruluşundan 19.yy Kadar Trabzon Tarihine Kısa Bir Bakış,Karadeniz Arş, Sayı:5

[6] Osman Karatay, Türklerin Kökeni,Kripto Yayınları, syf 237

[7] Rıza Süreyya,Çadırdan İmparatorluğa Türk’ün Yolu,, Halk Kitapevi,syf 9

[8] Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye,Ötüken Neşriyat, syf  23

[9]Osman Karatay, Türklerin Kökeni,Kripto Yayınları, syf 260

[10]Mustafa Kafalı, Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi,Berikan Yayınları, syf 17

[11]Muazzez İlmiye Çığ,Sümerler Türklerin Bir Koludur,Kaynak yayınları, syf 29

[12] Tamer Sağcan,Kavimlerin Kayıp Tarihi,Tün Kitap,syf 170

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir